Zamansız ve Samansız Bir Tarım
İçindekiler
Bir zamanlar kendi kendine yetebilen tek dünya ülkesi olarak propaganda edilen Türkiye’de tarım büyük bir gerileme içerisindedir ve bu durum artan bir hızla sürmektedir. Bu gerileme hatta kimi uzmanlara göre çöküş ve tasfiyenin ekonomideki genel gerilemeden daha büyük oranlara sahip olması, emperyalist politikaların “tercihine” bağlı olarak gerçeklik kazanmıştır. Ülke ekonomileri arasındaki işbölümüne dair düzenlemeler neticesinde, birçok ürünün üretim merkezi farklı alanlara kaydırılmış, “ihtiyaç”, yeni planlamalara bağlı olarak karşılanır olmuştur.
Tarımın 2003’teki payı yüzde 11 iken 2012’de yüzde 9’lara inen, dış açığı 1.3 milyar dolardan 3.4 milyar dolara (ihracat 15.3, ithalat 17.7 milyar dolar) çıkan Türkiye; Çin’den fasulye, kayısı ve kuru sarımsak, İtalya’dan ıspanak, ABD’den fındık, Güney Afrika’dan satsuma mandalini, Şili’den sofralık üzüm, İran’dan karpuz, İtalya ve Şili’den elma, Kosta Rika’dan kavun, İtalya’dan kuru üzüm, İran’dan kuru kayısı ile lahana ve İspanya’dan marul ithal eder duruma gelmiştir. Bitkisel yağ imalatı ve yem sektörünün ihtiyaçları nedeniyle ithal ettiği mısır miktarı 1 milyon tona yükselmiştir. Yıllık soya tüketimi ise 2 milyon tondur ve ancak 50 bin tonluk üretim olduğu için 1 milyon 950 bin tonluk açık ithalat yoluyla kapatılmaktadır.
Üretimdeki bu gerilemenin bir diğer boyutunu ise tarımdaki girdi fiyatları oluşturuyor. Mazot 2007-2012 döneminde iki kat arttı. Gübrenin fiyatı yalnızca son yıl içinde yüzde 15.4 pahalandı. Elektriğe son beş yıl içinde yüzde 124.4 zam geldi. Tohumluk fiyatı ise 2012 yılında yüzde 22-29 arasında artış gösterdi. Hayvancılık da aynı kadere mahkûm edilmiş durumda. Yem açığı 13-14 milyon tonluk bir hacme ulaştı. 1980’de 84 milyon 300 bin hayvanına saman bulabilirken, şimdi 37 milyona düşen hayvanına saman bulamayan, yani aç bırakan bir Türkiye gerçeği var. Son yılların en pahalı ve gözde ithalat kaleminin saman olması şaşırtıcı değil. Üreticiden tüketiciye giden yolda, birçok ürün için yüzde 100’lerden 400’lere varan bir katmerli sömürü çarkı dönüyor…
TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar’ın 24.09.12 tarihli açıklamasına göre, 1999-2001 ortalamasına göre Türkiye’deki tarım nüfusu 17 milyon 728 bin idi. Buna göre, nüfusun yüzde 26.7’si tarımda istihdam ediliyordu. Bu sayı 2010’da 14 milyon 994 bine indi. Tarımdaki nüfus oranı da böylelikle yüzde 20’nin altına düştü. TÜİK’e göre tarım sektöründe çalışıyor görünen 6.5 milyon kişiden yüzde 40’ı yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin Kasım 2012 raporuna göre, üretici köylülerin elektrik borcu 2.1 milyar TL’dir. Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine borcu 22 milyar 300 bin TL olarak kaydedilmektedir. Bankalara kredi borcu ise 2011 sonu itibarıyla 32 milyar TL idi. BDDK verileri, tarım üreticisinin borcunun 5 yılda 3 kat artış gösterdiğini ortaya koyuyor.
Türkiye Ziraatçılar Odası’nın raporuna (Aralık 2012) bakılacak olursa, son 10 yılda tarım dışı kalan arazi büyüklüğü 3.5 milyon hektardır (27 milyon 856 bin hektardan 24 milyon 294 bin hektara). Ekili topraklar ise 2.6 milyonluk düşüşle 18.8’den 16.2 milyon hektara inmiştir. Bu duruma “çare” olarak tarım topraklarının toplulaştırmasından söz eden AKP hükümeti, “şirket köy”lerden bahsediyor. Tasfiyeyi ve yağmayı kendi tekelinin denetiminde yürütmenin hesapları, bu tip projeleri getiriyor.